Oligarşinin Tunç Kanunu, Halen Geçerli mi ?
Oligarşi ve oligark, kelimelerini kulaktan da olsa duymayanlarımız yoktur diye düşünüyorum.
İnsan ve demokrasi tarihinin iki bela kelimesi günümüzde bile güncelliğini korumakta olsa gerek.
Bugünkü yazımı, oligarşi nedir ne değildir, yaraları ve zararları konusuna değineceğim.
Prof. Dr. Emre KONGAR’a göre; ‘’Oligarşi, bir toplumdaki siyasal, ekonomik ve toplumsal gücün, az sayıda kişi ve/veya grubun elinde toplanması durumunu tanımlar.’’
Anadolu Üniversitesi’nin 3448 no.lu yayınına göre de oligarşi, ‘’Egemenliğin az sayıda kişinin, birkaç ailenin elinde bulunduğu siyasi rejim ve örgütlü gruplarda fiili egemenliğin küçük bir zümre tarafından kullanılması.’’
Oligarşi kısaca, küçük ve ayrıcalıklı bir sınıfın veya grubun iktidarda olup, demokratik yollarla da olsa yönetimi ele geçirmesidir.
Oligark yapılar siyaset dışında, bizlerin üyesi olduğumuz dernek, kooperatif, stk’ vb. örgüt ve kurumlarda çokça karşılaşılan bir durumdur.
***
Bu tanımlardan sonra yazı başlığımdaki konu ile bağlantılı, Alman sosyolog Robert Michels’in, 1911 yılında Avrupa’da ki sosyalist parti ve işçi sendikaları üzerinde yaptığı araştırmalara dayanan “Oligarşinin Tunç Kanunu” adlı teorisini ele alacağım.
Robert Michels’in şu sözü zaten her şeyi net şekilde açıklamaktadır.
“Her kim örgütten bahsediyorsa oligarşiden söz ediyor demektir.
Michels’in teorisi şöyledir: Parti organlarının liderleri ve bunların üyesi, tam gün mesai yapacak maaşlı görevliler istihdam edilmesini gerekli görmektedirler.
Bu liderler yaptıkları işlerde zamanla uzmanlaştıkları için “profesyonel liderliğe” sahip olur.
Sosyal köken itibarıyla mensup oldukları tabakadan ilişkilerini keserler ve bir çeşit elit zümre hâline dönüşürler. Bu yöneticiler, pozisyonlarını korumak ve iktidarlarını sürdürmek için çalışırlar.
Michels, bürokrasinin sınırlandırılmasını ihtimal dışı görmemekle beraber hiçbir gücün ya da yöntemin “oligarşinin tunç kanunu” ile başa çıkamayacağı sonucuna varmıştır.’’ (Anadolu Üniversitesi’nin 3448 nolu yayını)
***
Demokrasi ile yönetildiğini savunan ülkelerde, toplumsal bireylerin bazen farkında olmadan, bazen de şahsi çıkar ilişkileri sebebiyle, çıkar uğruna göz yumularak, oligark yapıya uyum sağladıkları gözlenmektedir.
Oligark yapı, demokrasiye sahibiz, gibi sözde eylemlerle tüm kurum ve kuralları ele geçirerek ‘sahte demokrasi’ imajı yaratır.
Halbuki, Guizot demokrasinin olmazsa olmaz üç şartını şu şekilde ele almış; ‘’Demokrasinin üç temel öğesi vardır. Seçim, özgürlük ve bağımsız yargıdır.’’
Demokratik usullerle toplumun % 51 oyunu eline geçiren zihniyet, elindeki yetkilerle % 49’un üzerinde, her türlü egemenliği sağlar.
Her şey kanun ve nizamlara uygun olsa da demokratik olabilir mi ? Elbette olmaz, % 49’luk kısım demokrasi ile yönetilen ülkelerde bile devre dışı kalmış olur.
Halbuki ileri demokrasilerde, % 1 bile oy oranına sahip kitlenin, yönetimde söz ve eylem hakkı olması, gerçek demokrasinin vazgeçilmez unsurudur.
Aristotales, demokrasiyi ne de güzel anlatmış; ‘’İyi hükümetler arasında demokrasi en kötüsü, fakat kötülerin en iyisidir.’’
***
Oligarşi konusunda aklımıza gelen sorulara yanıt olarak ;
‘’Oligarşi, hangi görüş ve ideolojiyle iktidara gelmiş olursa olsun, yönetimin, yöneticilerin, ‘kendi içinde ve kendileri için’ bir ‘çıkar grubu’ haline gelmesi ile ortaya çıkar.
Oligarşi, adaleti kendine bağlar; onu sopa olarak, toplumu korkutmak, susturmak ve terbiye etmek, muhaliflerini de cezalandırmak için kullanır.
Toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel gerçekleri saptırır:
Bütün istatistikleri, olayları, kendisini başarılı göstermek, toplumun bütün birikim ve kazanımlarını kendisine aktarmak için saptırır.’’ (www.cumhuriyet.com.tr › yazarlar › emre-kongar – Oligarşi nedir!)
Gerçek olan bir durum, demokrasi ortamının oligark bir yapıya dönüşümüdür.
Bu konuyu yine Prof. Atila BİTİGEN, şu şekilde açıklamıştır. ‘’Robert Michels, herhangi bir politik sistemin sonunda oligarşiye dönüşeceğini öngörmüştür. Bunu, “Oligarşinin Tunç Yasası” olarak adlandırmıştır. Bu düşünce sistematiğinde modern demokrasiler, oligarşi olarak kabul edilmişlerdir.’’
***
Demokrasilerde bazen lider ve etrafındakilerin, kendisine bağlı güçlerin egemenliği artarken, ona oy veren seçmenlerin güçleri dışlanmanın etkisiyle azalabilir.
Halktan kopuk ve halkın tüm ekonomik, sosyal ve toplumsal ihtiyaçlarının farkında olmayan ve gerçekleri göremeyen bir azınlık grup, kendi çıkarları için toplumsal duyarlılıktan uzaklaşarak kendi renkli dünyalarına kavuşurlar.
Aklıma, gelen diğer bir kara demokrasi örneği de, bazı kişilerin tüm siyaset sahnelerinde (parti ve belediye başkanı, milletvekili, muhtar) dernek, sendika, kooperatif ve stk başkanları vb. yıllar boyu, görev almalarıdır.
Devlet memurlarının istisna hariç genel olarak 65 yaşını doldurdukları tarihe kadar görev yapabildikleri halde, maalesef parti başkanları, milletvekilleri, belediye ve sendika başkanları üst üste aynı koltukta, nerdeyse ömür boyu oturmaları, demokrasinin kötü nimetlerinden faydalanma olgusudur.
İşte kötü olan da bu değil mi ?
Demokrasinin olmazsa olmaz kurum ve kuruluşları, zaman içinde tek adam veya azınlık bir grubun eline ömür boyunca geçmesi ve bunun demokrasi adına kullanılması.
Prof. Atila BİTİGEN’e göre, ‘’Liderler kendi otoritelerine ya da mevkilerine karşı örgüt içinden bir tehditle karşılaştıklarında aşırı saldırgan bir tavır sergilerler ve bu uğurda birçok demokratik hakka zarar vermekte tereddüt etmezler.
Örgüt üzerinde egemenliği kaybetmek demek onları önemli bireyler yapan bir kaynağı kaybetmek demektir; bu nedenle liderler, baskıcı yöntemler kullanmalarını gerektirse de mevkilerini muhafaza yolunda güçlü bir güdüye sahiptirler.’’ (www.ortakses.com › oligarsinin-tunc-kanunu-3626yy)
Oligarşik yapıya göre, ne yazık ki tüm siyasi güç ve yetki, en üst makamda ve onlarla birlikte olan bir azınlığın elinde toplanmıştır. Burada ki sınırsız siyasi güç olup, ‘denge/denetim’ ve ‘fren mekanizmaları’ maalesef gerektiği gibi çalışmamaktadır.
Yasama, yürütme ve yargı erkleri, (Güçler- Kuvvetler Ayrılığı) ne yazık ki birbirlerinden ayrı olmayıp, güçler birliği şekline dönüşmüş ise zaten ‘güç zehirlenmesi’ oluşmuştur.
Bu sınırsız gücü denetleyen mekanizmalar olmadığı süreçte, freni patlayan araba misali, tehlikenin büyüklüğünü ancak kazalardan sonra anlayabiliriz. Ama ne yazık ki, işten geçmiş demektir.
Lord Acton, ‘’Demokrasinin kötü olan bir yönü çoğunluğun tiranlığına dönüşmesidir.‘’ söylemi ile zaten her şeyi ne de güzel açıklamış.
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…